11.03-17.03
Birkaç haftadır inatçı öksürükle baş ediyorum. Ne ateş, ne halsizlik; başka hiçbir semptom göstermeyen, yalnızca öksürükten ibaret olan sinir bozucu bir hastalık bu. İyileşmek için (aldığım ilaçlara-pastillere, kaynattığım envai çeşit nebatata, başucuma sıralanmış pekmezlere bakan oda arkadaşımın deyimiyle) "bütün tuşlara basıyorum". Odamda (ben hariç) bir tıpçı, iki eczacı, bir psikolog (fahri mensub), bir de ilahiyatçı var. Bedenim ve ruhum emin ellerde. WHO'nun meşhur sağlık tanımının ("bedence, ruhça ve sosyal yönden tam iyilik hali") pratikteki karşılığı gibiyiz.
Ramazan’la birlikte durumum daha sıkıntılı bir hal aldı, artık su içemediğimden öksürüğüm geçmek bilmiyordu. Yemeği ve yemeyi konsept olarak sevdiğimden her sene Ramazan’da zorlanırım. Ama bu sene hiç beklemediğim bir yerden imtihan oluyorum. Konuşmaya yeltendiğimde önce küçük bir öksürük krizini atlatmam gerekiyor. Eskiden bir arkadaşım, sosyal medyaya girmeden önce kendini durduran ve 5 saniye düşünme süresi geçmeden hesabına girmeyi engelleyen bir uygulama kullanıyordu. Yaşadığım şeyi ona benzetiyorum. Sanki Allah bana emrediyor: “Dilini tut.” Bu vesileyle Gazali'nin Dil Belası kitabını okumaya başladım, krizden doğan fırsat diyelim.
Genel itibariyle Ramazan çok güzel geçiyor. Her akşam farklı camide teravih kılmaya pek alıştım. Fatih’te olmak da ayrı bir atmosferin içine çekiyor insanı. Her sene yapacağım deyip asla yapamadığım sahurdan sonra uyumayıp ders çalışmak fikrini bu sene hayata geçirmeyi başardım. Biraz buna mecburdum zaten, geçen haftalarda öğrenmiş olmam gereken ama öğrenemediğim çok fazla şey birikmişti… (El bileğinde santimetrekare başına kaç kemik düşüyormuş meğer!)
Bu hafta önlük törenim vardı. Ailemin ve hocalarımın önünde (niyetim odur ki çıkarmamak üzere) beyaz önlüğümü kuşandım. Bu töreni uzun zamandır sabırsızlıkla bekliyordum. Sanıyordum ki önlüğümü giydiğimde “evet doğru bir seçim yaptım,” diyeceğim. Tıp okumak için vazgeçtiğim alternatif hayatları düşünmeyi bırakacağım ya da kafamda geleceğime dair daha net bir fikir belirecek. Hiçbiri olmadı. Yanlış anlaşılmasın, mutluydum. Sanki artık kendi alanımda yapıp ettiğim işlerin, söylediğim sözlerin bir meşruiyeti vardı. Gururluydum ve yapabileceğim her şey için heyecanlıydım. Ama önlüğü giydiğim o an, beklediğim gibi büyük bir aydınlanma yaşamadım.
Zihinde dönüp duran bir meselenin spesifik bir ‘an’da çözüleceği, her şeyin bir ‘an’da netleşeceği beklentisi ne kadar ilginç. Bu hafta, başta kendim olmak üzere pek çok kişide fark ettiğim “An’a indirgemek” takıntısını sorgulamayıp durdum. İngilizce’de “Aha! moment” olarak bilinen Eureka etkisinin bir çeşidi aslında bu yaşadığım. Eksik parçanın bulunması, her şeyin yerli yerine oturma anı. Farkında olsak da olmasak da bu anlara haddinden fazla bel bağlıyoruz. Bir olay olacak, bir vakit gelecek ve “bileceğiz.” Tek yapmamız gereken beklemek(?)
Bu, bir algoritmaya sayıları öğretmeden karmaşık bir matematik problemini çözmesini beklemeye benziyor. Sistemi yeterli veriyle beslemek gerektiği gibi hayatlarımızı da çeşitli tecrübelerle donatmadan “aha moment” yaşamayı umuyoruz. “Bu doğru bir seçim miydi?” Kim bilir… Sorulması gereken soru bu değilmiş. Peşine düşmeye layık olan soru şu: Doğru hissettiren ‘an’ları, bu seçimim sayesinde mi tecrübe edebiliyorum? Bunu yapmak “doğru seçim” tanımını geçersizleştiriyor. Bütün mesele, seçimin doğru olmasını zorunlu kılan ‘an’lar yaşamaya odaklanmak (imiş).
İşler ciddileşince (güne anatomi etütleri ile başlamak, “kızım şuram ağrıyor” şikayetlerini daha bir ciddiyetle dinlemek ve pek tabi beyaz önlüğü babaannemin yaşlı gözleri önünde kuşanmış olmak sebebiyle) hekimlik üzerine daha başka düşünmeye başladım. Bunun üzerine fikirlerim olgunlaşınca yazacağım. Ama özetle şu: Hekimliği, beni tüketecek bir meslekten ziyade beni besleyecek bir kaynak olarak tanımlamaya çalışıyorum. Doktor olarak çalışmasam bile hekim bakış açısıyla dünyayı görmeye niyetliyim. Hekim bakış açısı tam olarak nedir? Bilmiyorum, bunu keşfetmek başka bir yazının konusu. Bize ilk öğretilen cümlelerden birini, sonradan derinleşmek üzere bırakıp cümlelerimi hitama erdiriyorum:
Primum non nocere, secundum cavere, tertium sanare. -Önce zarar verme, sonra koru, sonra iyileştir.
Comments