18.03- 24.03
Kelimelere döksem pırıltısını kaybedecek bir hikayenin sonundayım.
Varşova-İstanbul uçağında, Wisła Nehrini izliyorum. (Hem gerçek hem alegorik haliyle çokça nehir çıkıyor karşıma şu günlerde.) Her şey akarken- su, tarih, yıldız, insan ve fikir- birkaç güzel hatırayı zihnimde döndürerek akıp gitmesine engel olmaya çalışıyorum. Gözümün önünden alçakgönüllü bir şehrin manzaraları geçiyor, gülüşler yankılanıyor zihnimde ve sürüp giden bir kurbağa vıraklaması.
Geçtiğimiz günleri Polonya’nın Rzeszów şehrinde geçirdim. (Bu isim nasıl telaffuz ediliyor olabilir tahmin edin… Çevremdeki Polonyalıları iyi bir güldürdükten sonra öğrendim ki Jeçuv diye okunuyormuş.) İstanbul’a “sen mi büyük, ben mi büyük?” diye sormak adetimiz vardır, çünkü sevsek de beğensek de şehrin tehditkâr atmosferini hissederiz. Rzeszów öyle değil; hiçbir meydan okuması olmayan, kendi halinde bir şehir. Oradaki üniversitelerin çoğu sağlık personeli yetiştirmek amacıyla eğitim verdiğinden ve Avrupa’da gece hayatı olmayan nadir şehirlerden biri olduğu için tanıştığım Polonyalılar kendi aralarında buraya “tıp öğrencileri için yaratılmış şehir” diyorlar.
Şimdi hikayeyi en başından anlatacağım ama çok uzun olunca okumayanlar varmış… Bukowski yazmanın bileşenlerini “tempo, yaşam ve gün ışığı” olarak sıralar. Bir tecrübe, üçünü de içeriyorsa benim için yazmak zorunluluğu beliriyor. Uzun olabilir, okusanız da okumasanız de canınız sağ olsun.
Şöyle başladı: Polonya’da düzenlenen Uluslararası Tıp Öğrenci Kongresi’ne bilimsel araştırmamı göndermiştim. Tam “herhalde beni unuttular,” diye düşünmeye başlamışken “çalışmamın kongre kriterlerini karşıladığını” ve beni “konuşmacı olarak aralarında görmekten mutluluk duyacaklarını” söyleyen bir davet mektubu aldım. Apar topar vizeye başvurdum, konferansa iki gün kala ancak alabildim. (Ertesi güne uçak bileti alabilecek kadar gönlü geniş bir babanız varsa, böyle can sıkıcı seyahat öncesi dönemleri daha kolay atlatabiliyorsunuz.) İstanbul-Varşova uçağında çocuksu bir dokunma isteğiyle seyrettiğim bulutların içinden geçerken hayatımın en unutulmaz tecrübelerinden birini yaşayacağımı bilmiyordum.
Varşova aktarmasından sonra Rzeszów Havaalanında organizasyon ekibi beni karşıladı. Onlara dair ilk gözlemim “kıpır kıpırlıkları” idi. Akıbeti henüz belirsiz bir iş ortaya koyma çabasının tezahürüydü belkide bu. Beni odama yerleştirip “rest well” dilekleriyle yanımdan ayrıldılar. Tüm yol yorgunluğuna rağmen pek de iyi dinlenemedim, zira son derece stresli ve panik bir haldeydim. Sonu gelmeyen sunum provalarımı dinlemek için gönüllü olan arkadaşlarımın tüm çabalarına rağmen endişemi gideremedim. (Ne ironik! Sunumum stres faktörlerinin organizma üzerindeki etkisi hakkındaydı...) Bacaklarım titreye titreye sahneye çıkıncaya dek bu sıkıntılı halet-i ruhiyeden kurtulmam mümkün olmadı.
Bir kez daha gördüm ki zihnim, türlü türlü korkular üretmek konusunda pek mahir. Sunum esnasında gayet sakindim, dilimin bağı çözüldü; tebessümün t’sinden habersiz jürilere derdimi anlatabildim. Ve sonra hikayenin ikinci mucizesi gerçekleşti: Sunumum, (gerçekten harika bir vaka sunumu yapan Romanyalıdan 1 puan geride kalarak) tüm öğrenci sunumları içinde 2. oldu. Ödül olarak bir “Chirurgia Klatki Piersiowej” ansiklopedisi verdiler bana. (İng. Thoracic Surgery, evet kitap Lehçe. Sanırım geçen senelerde ilk üç hep Polonyalı öğrencilerden çıkmış. “Onları hazırlıksız yakaladık” diyor birinci olan Romanyalı, gülüyorum.) Ansiklopediyi oradan bir öğrenciye satmayı düşündüm, elim varmadı. (Resimlerine bakarım, olmaz mı?) Bagaj hakkım konusunda endişelenmeyi sonraya bırakıp ansiklopedimi özenle çantama yerleştirdim.
Sunumumu yaptıktan sonra üstümden büyük bir yük kalktı ve keyifli vakit geçirmeye odaklandım. (Bu bakımdan kongre programında beni ilk oturuma koymaları büyük bir talihti.) Önceden birkaç Lehçe kalıp ezberlemiştim: “merhaba, günaydın, nasılsın… gibi temel ifadeler. İnsanlarla tanışmaya başladım. Normalde pek konuşma heveslisi olmayan Polonyalılar, kendi dillerinden birkaç ifade duyunca keyifleri yerine geldi. Hatta birkaç tanesiyle bana ufak bir şehir turu yaptırmayı kabul edecek kadar samimi olduk. Beraber şehrin en meşhur yeni olan “starówka” (old town) bölgesini ziyaret ettik. Tam merkezde kocaman bir kuyu vardı, içinde de muhtemelen plastikten yapılmış devasa bir kurbağa. O kadar çirkin bir heykeldi ki beni çok şaşırtmış olmasa ikinci kez dönüp bakmazdım. Dahası, kuyunun yanına iliştirilmiş bir hoparlörden sürekli bir kurbağa vıraklaması geliyordu. Şehir meydanındaki bu absürt heykele bir anlam veremedim, sorduğum hiçbir Polonyalı da (ki neredeyse tanıştığım herkese sormuştum) bu heykelin ve vıraklamanın varoluş sebebini bilmiyordu.
Bundan sonraki kısmı tam olarak nasıl anlatabilirim bilmiyorum…
Bu, bir eğitim gezisi olacaktı. Basit bir görevim vardı: Profesörlerin ve tıp öğrencilerinin sunumlarını dinleyip kendi sunumumu da rezil olmadan tamamlamak. Akademik hayatımda “işime yarayacak” bir tecrübe edinme niyetindeydim. Fakat katıldığım tüm konferanslar içinde ilk defa; koridorlarda, amfiden daha çok şey kazandığım bir konferans oldu. Dünyanın her tarafından (tanıştıklarımdan hatırlayabildiğim kadarı: Amerika, Fransa, İtalya, Rusya, İran, Sudan, Bangladeş, Hindistan) hem hocalarla hem de diğer tıp öğrencilerle ettiğimiz ayaküstü sohbetler beni eğitti. Hatta diyebilirim ki bana bir çeşit “yaşama görgüsü” kattı.
İlk gün Hintli bir arkadaş grubuyla tanıştım ki bu karşılaşma Polonya tecrübemin seyrini tamamen değiştirdi. Türkiye’den olduğumu söyleyince içlerinden biri çok heyecanlandı, “Müslüman mısın?” diye sordu ve ekledi: “Esselamu aleykum sister.” O gün hepsiyle tanışmamış olsam da aslında 8 kişilik kalabalık bir arkadaş grubuna sahiplermiş. Ev sahibi üniversitenin İngilizce Tıp bölümünde okuyorlarmış, sunumları dinlemeye gelmişler. Öyle hızlı kaynaştık ki ertesi gün beni ve Doğu Avrupa’dan gelen birkaç öğrenciyi yurtlarına davet ettiler. İçlerinden biri çok iddialı bir aşçıymış, onunla tanışıp yemeklerinden yemezsek bu büyük bir kayıp olurmuş. Derhal kabul ettik. O akşam meclisimizde 3 Müslüman, 2 Hindu, 1 Budist, 1 Katolik, 1 Baha’i, 2 ateist (daha doğrusu bir ateist bir de “kendini herhangi bir dini fraksiyonla tanımlamayan ama illa bir tanrı seçecekse kozmos ve doğanın harmonik titreşimlerinden oluşan bir tanrıya tapmayı makul bulan biri”) vardı. Bizim için ekstra “az baharatlı” hazırlandığı iddia edilen Hint yemeklerinden yedik, bol bol sohbet ettik. Bir önceki akşam kongrenin organizasyon ekibi, davetli profesörleri ve birkaç uluslararası katılımcıyı son derece şık bir restoranda ağırlamıştı. Zarif bir düşünce, sağolsunlar. Fakat bunu, o küçük yurt odasındaki yemeğin verdiği keyifle kıyaslayamam bile. Farklı kültürler hakkındaki bilgi akışının hızından başım dönmüştü ama aynı zamanda yeni bir dünyanın kaşifi gibi hissediyordum kendimi. Akşamüzeri, hep beraber şehrin tamamını gören ufak bir tepeye tırmandık. Güneş usul usul batarken çoktan sessizliğe gömülmüş şehri izledik.
Bu insanların arasındayken hissettiğim coşkuyu tarif etmem mümkün değil. Özellikle Hintli arkadaşlarım bende çok ayrı bir yer ettiler. Öyle samimi ve sıcak bir ilişkileri vardı ki hayret etmekten (ve biraz da imrenmekten) kendimi alamadım. Arkadaşlığın ne olduğuna dair farkında olmadan geliştirdiğim bazı önyargıları kırdılar. En başta dinleri farklıydı, bambaşka ekonomik arka planlardan geliyorlardı (içlerinde gerçek bir “prens” olan veya babası ufak bir köye sahip olan biri vardı, aynı zamanda o okuduğu için küçük kardeşi okuyamayacak olan biri de vardı). Ayrıca hepsinin ana dili Hintçenin farklı bir diyalekti idi, dolayısıyla birbirleriyle hep İngilizce konuşuyorlardı. Dışarıdan bakıldığında bir zamanlar Hindistan’da yaşamış olmaktan başka pek ortak noktası olmayan bu insanlar, gurbetin de etkisiyle birbirine yuva olmuştu.
Beni hayrete düşüren şey sadece kendi aralarındaki iletişim değildi; bana karşı tavırları da sık sık kendimi mahcup hissetmeme sebep oldu. Biz Türkler misafirperverliğimizle övünürüz ya hani, muhtemelen daha önce hiç bir Hintli tarafından ağırlanmadığımız için bunu söyleyebiliyoruz. Konferans boyunca ihtiyaç duyabileceğim her şeye (henüz o ihtiyaç hasıl olmadan) koşuşturdular. Beraber yemek yediğimiz akşam, su içtiğim bardağı yıkamaya çalıştığımda iki kişi bağırarak yerinden fırladı ve hemen bardağı elimden aldılar. Biri, “eğer ailelerimiz bir misafire böyle iş yaptırdığımızı görseler bizi evlatlıktan reddederler,” dedi. Henüz sadece çeşmeyi açmıştım.
Vedalaşmak, tahmin edemeyeceğim kadar zor oldu. Arkadaş grubundaki 8 kişinin her biri bana bir hediye almıştı. Hem de öyle ince düşünülmüş ve özenle seçilmiş hediyelerdi ki paketleri bir bir açarken gözlerimin dolmasını engelleyemedim. Son gün, tüm ısrarlarıma rağmen (ve ertesi gün biyokimya sınavları olmasına rağmen) hepsi beni uğrulamak için havaalanına geldi. Lâfzen ve fiilen, “Artık sen de ailedensin,” dediler. Samimiyetin, birlikte geçirilen zamanla orantılı olduğunu kim söylemiş?
Vedalaşırken içlerinden birisi, "'hayatımla ne yapıyorum?' diye sormamı sağladığın için teşekkür ederim” dedi. Bu cümle; tek başıma Polonya’ya gelmekten, kendi çalışmamı İngilizce sunabilmiş olmaktan ve nihayetinde aldığım ödülden çok daha büyük bir "kendilik tatmini" ve başarı hissi verdi bana.
Ufacık bir kısmını kelimelere döktüm ve gördüm: Meğer bu hikayenin öyle kolay kaybolmayacak bir pırıltısı varmış.
Grandma, thank you sharing this story with EVERYONE 😊. We all read it. It is wonderful 😊. May Allah bless you and your loved ones 🤗. We all are missing you everyday 🥹. We will meet soon 😄 inshallah.
Keyifle okudum, kendini geliştirmek adına yaptığın çalışmaları çok takdir ediyorum, emeklerinin karşılığını şimdiden almaya başladın, heybende güzel dostluklar ve harika bir yaşam tecrübesiyle döndün, keep it up🤗
Tebrikler
Kaleminiz güçlü
Bu size alanınızda daha başarılı olma imkanı sağlayacaktır.
İnşaallah ülkemiz ve insanlık için nice güzel çalışmalara imza atarsınız.
Okurken yaşadıklarına ve hissettiklerine ortak olmak, yanındaymış gibi hissetmek beni inanılmaz keyiflendirdi :) Paylaştığın için teşekkür ediyorum. Daha bir çok güzel başarılara arkadaşlıklara kavuşmanı diliyorum. Emeklerinin karşılığını en güzeliyle alman ve mutlu anılar biriktirmen için dua ediyorum. ❤️
İnsanın ümidini tazeleyen gençler 👏