Bakınız, Mart ayı:
Polonya’dan döndüğümde yetişmem gereken slaytlar, tamamlamam gereken işler vardı. Hemen hemen her gece uykumdan feragat ederek “her şeye yetiştim.” Gözümü korkutan komite sınavını da sağ salim atlattım. Şimdi, acilen Oblomovluk yapmam lazım.
Sınavdan sonra her şeyi bıraktım, kendimi okumaya verdim. Fatih Camii’ndeki kitap fuarından aldığım kitaplar, masamın üzerinde yığılıydı. Sabırla sınavlarımın geçmesini bekliyorlardı. Aralarından okuduğum ilk kitap José Eduardo Agualusa adlı yazarın Yaşayanlar ve Diğerleri kitabı oldu. Aslında bunu alırken ilginç bir an yaşadım: Bundan dört-beş sene önce, yine Ramazan kitap fuarında ve yine Timaş yayınlarından Polonya edebiyatıyla beni tanıştıran bir kitap almıştım. (Kadimzamanlar ve Diğer Vakitler- Olga Tokarczuk) Kitabın üstündeki “Lehçe aslından çeviren…” ibaresi, en az kitabın kapağı ve ismi kadar dikkatimi çekmişti. “Belki bir gün Polonya’ya giderim,” diye geçirmiştim içimden.
Ve şimdi, Polonya’dan döndükten iki hafta sonra, aynı kitap fuarındaki aynı standda elimi başka bir kitaba uzattım: Yaşayanlar ve Diğerleri. “Portekizce aslından çeviren…” Portekiz mi? Belki bir gün… Gülümsedim, içimde kabaran duayı etrafımdaki kimse duymadı.
Kitap, konferans vermek bir adaya gelen yazarların orada mahsur kalışını ve kendi romanlarındaki karakterlerle karşılaşmalarını anlatıyor. Okumaya, yazmaya ve edebiyata dair zekice kurgulanmış bir romandı. Fuarın son günü (hatta son saatleriydi), bir koşu gidip yazarın diğer kitaplarını da aldım. (Bu değirmenin suyu, Ramazan’ı üniversite/vakıf iftarlarında geçirmekten geliyor. Allah razı olsun.)
Daha sonra Peter Handke’nin “Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi” kitabını okudum. Aslında kısa bir roman olmasına ve açık bir dille yazılmasına rağmen okumakta biraz zorlandım. Bütün roman bir sıkışmışlık içinde geçiyor. Ama öyle ifadeler var ki, sebep olduğu tüm bu “sıkışmışlığı” makul kılıyor:
Kendisini algılayan bilinci o kadar şiddetlenmişti ki bütün vücudunda hissettiği bir dokunuş duygusuna dönüşmüştü; sanki bilinç, sanki düşünceleri kendisine sataşmış, üstüne yürümüş, saldırmışlardı.
Aslında uzun süredir bir hikaye üzerinde çalışıyordum. Dikkatimi çeken bir yarışmaya göndermek niyetindeydim. Yarışmanın son günü, hikaye büyük ölçüde hazır olmasına rağmen, göndermemeye karar verdim. Zannediyorum ki bunun sebebi, o hikayenin daha iyi bir versiyonunu yazabileceğime ikna olmam. Halihazırda kurguladığım halinin de çok iyi olduğunun farkındayım. Yine de bu “daha iyisi” fikri insanı paralize ediyormuş. O anda çok mantıklı gelen, şimdi ise ne kadar saçma olduğunu açıkça görebildiğim bir argüman sundum kendime: Bunu geliştiririm, daha iyisini yazıp seneye gönderirim… İnanılmaz.
Sırf bu hissin üstüne gitmek için o hikayeyi olduğu haliyle yayınlayacağım. Nocturnal Journal ile kendime tanıdığım serbestlik, belki de bir yazar kimliği oluşturmamı engelliyor. Muhtemeldir.
Commenti