Çorak Ülke, Birinci Dünya Savaşı ve sonrasının metni olarak tayin edilebilir ancak sadece dönemin ruhunu göstermekle kalmayan, dahası Eliot’un manevi karmaşasından izler barındıran kişisel bir belge nokta-i nazarıyla incelendiğinde eser bambaşka anlamlar kazanır. Bu anlamları daha iyi tahlil edebilmek için Eliot’un muhafazakâr kimliği hakkında bilgi sahibi olmamız büyük önem arz eder. Öncelikle “muhafazakarlık” kavramına açıklık getirmek daha yerinde olur. Muhafazakarlık, Aydınlanma Çağıyla birlikte yaygınlaşan ve gittikçe radikalleşen değişimlere bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Muhafazakarlık, değişime karşı körü körüne bir direnci savunmaz; daha çok "muhafaza etmek için değişme"ye yönelik tedbirli bir isteklilik hali olduğu söylenilebilir. Günümüzde muhafazakarlara yöneltilen "taraftar olunan şeyden çok muhalif olunan şeye ilişkin daha net bir anlayışa sahip olma" eleştirisi muhafazakâr ideoloji ile bağdaşmamasına rağmen toplumda gözlemlenen muhafazakâr tutum incelendiğinde haklılık payı olduğu görülebilir. Eliot'un benimsediği muhafazakarlık anlayışı, dönemin muhafazakâr pratiklerinden çok daha farklı olup "değişen davranışlar, değişmeyen değerler" olarak özetlenebilir.
Çorak Ülke’de iyi bir toplum önerisini Hristiyanlık inancı üzerinden gerçekleştirmeye çalışır Eliot. Bu çabasının asıl sebebi modern çağda edebiyatın, ilişkilerin, insanın ve dolayısıyla toplumun aşırı bir maddecilikle ve dünyevileşmeyle yozlaştığını, "ruhun maddeye üstünlüğü" inancından giderek uzaklaşıldığını düşünmesidir. Eliot, atomize olmuş̧ topluma[1], parçalanmış modern bireye birlik ve bütünlük duygusunu verebilecek tek şeyin, onun gelenekle ve dinle bağını yenileyecek olan sanat ve sanatçı olduğunu ileri sürer.[2] Başka bir deyişle, Eliot’a göre sanatçı içinde bulunduğu toplumdan sorumludur ve onu daha iyiye sevk etme mecburiyetindedir. Toplumda bir “manevi diriliş” başlatmak için sanatçının önce kendi ruhsal yolculuğunu tamamlamış olması gerekir. Bu yolculuğun ilk adımı da içinde bulunduğu ve bir parçası olduğu toplumla ilişkisini irdeleyip kendi konumunun ve tutumunun belirlenmesidir. Yolculuğun tamamlanması da kendi öznesi üzerinden toplumu topluma yansıtarak[3] topyekûn bir “yeniden doğuş” hareketi başlatmakla mümkün olur.
T. S. Eliot Hristiyanlığın Üniteryen[4] mezhebine mensup bir ailede dünyaya gelmiştir. "Kültür Üzerine Düşünceler" yazısında Eliot, İncil’in tercümelerini de Avrupalıların eski Yunan ve Roma eserlerinden oluşmuş ortak klasikler arasında sayıldığını öne sürmüştür. Dolayısıyla Eliot’ın yazar kimliğinin ve Hristiyan kimliğinin iç içe geçmiş durumda olduğunu söylemek mümkündür. Fakat özellikle yaşanan Dünya Savaşı’nın ardından mezhepsel karışıklıklar yaşamaya başladığı görülür. Üniteryen kilisesi yerine Katolik kilisesine gitmeye başlayan Eliot, ilahi bir vaadin peşindedir. Böylece bir sanatçı olarak, ama daha özelde bir birey olarak yolculuğu başlamıştır. Sonunda kurtuluş olduğuna inandığı “manevi bir hac”tır onunkisi.
Eliot’un umut ve kurtuluş arayışını tetikleyen en önemli etken modern dünyanın içinde bulunduğu durumdur. Manevi hayatı solmuş, psikolojik olarak parçalanmış ve arzularına teslim olmuş bireylerle dolu; bunların bir sonucu olarak gittikçe çoraklaşmış bir ülke tasavvur eder. Böyle bir ortamda, bireyin çekirdeği (özü) kişisel acı ve çöküş ile aşınmıştır. Dinin yokluğunda, arzu, bireyin hayatını yönlendiren dümen haline gelmiştir. Çorak Ülke’de manevi kısırlık alışık olduğumuz döngülerin kırılmasıyla- karışık sırayla aktarılmasıyla- biçimsel; yapılan alıntıların mahiyeti bakımından anlamsal bir vurgu olarak karşımıza çıkar. Eliot, Çorak Ülke’yi beş bölüme ayırmıştır. Her bir bölüm pentagramla özdeşleşmiş beş elementten[5] birine işaret eder. Toprakla, yani madde alemiyle başlayan eser ruhla son bulur. Bölümlerin sıralanışı Eliot’un manevi yolculuğunun modelini anlayabilmek açısından ipuçları içerir. İlk bölümden son bölüme kadar Eliot, cinsel istismar, şehvet, sahtekarlık, ikiyüzlülük, cehalet, amaçsız yaşam tarzı, hiper-gerçeklik[6], yozlaşma vb. dahil olmak üzere modern yaşamın içinden olayları ve durumları tasvir etmiş, Avrupa'nın modernizmin sebep olduğu manevi boşluktan nasıl şiddetli acı çektiğini göstermiştir. Ortaya koyduğu kaos tablosuyla öncelikle kendini, sonrasında muhatabını modernizmi sorgulamaya ve kurtuluş çarelerini değerlendirmeye teşvik etmiştir.
Modern yaşamın geldiği son noktayı ve “gömülü insan bilincini” gözler önüne seren "Defin İşleri" adlı ilk bölüm, fiziksel bir çoraklaşma tasviri içerir. Eliot, "en acımasız ay" olmakla suçladığı Nisan ayının hafızayla arzuyu karıştırmaktan sorumlu olduğunu ifade eder. Geçmişin hatırası (hafıza) ve geleceğin hayali (arzu) dirilmiştir artık. Dizginlemek mümkün değildir. Bu durum, şiirin devamında sırlanacak birtakım durumların da sebebidir[7]. Zamanlarının çoğunda gözlerini ayaklarının önüne kilitlemiş durmadan yürüyen insanların Londra köprüsünden aşağı dökülene dek içinde bulundukları bilinçsiz halin ayrımına varamamaları mekanik yaşamın rutininin boyutlarını ortaya koymaktadır. Defin İşleri’nin ilerleyen dizelerinde ironik zıtlıkların yoğunlaştığı göze çarpmaktadır. Modern Çağ insanının bilgi edinmek için İncil yerine Madam Sosostris gibi kendi hastalığını iyileştirmekten aciz kahinlere başvurmaları buna örnek olarak verilebilir:
Ünlü kahin Madam Sosostris
Her ne kadar fena halde üşütmüşse de
Bir deste şeytani kartla[8]
Avrupa’daki en akıllı kadın olarak tanınmıştır.
Madam Sosostris’in açtığı tarot kartlarından birisi Kayalıklar Leydisi Belladona’nın kartıdır. Meryem Ana ile özdeşleştirilen Belladona, Leonardo Da Vinci tarafından Roma’daki bir kiliseye konulmak üzere tablolaştırılmıştır. Hristiyan kültüründe masumiyeti, bereketi, huzuru ifade eden Meryem Ana’nın kayalarla anılması oldukça ironiktir. Diğer bir tarot kartı olan tek gözlü tacir, dünya gözü açık din gözü kapalı modern insanları temsil eder. Hristiyan mitolojisinin yanı sıra Eliot farklı kültürlerden ögeleri de ironik bir biçimde aktarmıştır: “Bir kırık putlar yığınıdır ki güneşte kavrulur/Ve ona ne ölü ağaç gölge, ne cırcırböceği teselli verir.” "Ölü ağaç" bireyi ahlaki ve dini yükümlülüklerden uzaklaştıran modern materyalizm nedeniyle yozlaşan manevi değerleri sembolize eder. Pek çok inanışta önemli yere sahip olan hayat ağacına tezattır. Hinduizm’de ölen ruhların reenkarne oluncaya dek dinlendikleri yeri ifade eden hayat ağacının Çorak Ülke’de ölü olması ruhların huzur bulmasının imkansızlığına işaret eder. Böylece, inançsız yaşamın “hayatta bir ölüm” olduğu ve ruh için işkenceden farksız olduğu vurgulanır.
Fiziksel çoraklaşmanın tam ortasında kalmış insanın ruhsal olarak çoraklaşması da kaçınılmaz olacaktır ve şiir devam ederken yargının haklılığı belirginleşecektir. Fakat Eliot, ilk bölümden itibaren kurtuluşun mümkün olduğuna dair ipuçları vermeye başlamıştır: “Bu kızıl kayanın altında gölge var,/ (Gir bu kızıl kayanın gölgesi altına)” İncil’deki Eyüp 28:8 "Dağların sağanağından ıslanırlar ve sığınacak yer olmadığı için kayaya sarılırlar" ve Samuel 22: 32, 47 "Çünkü RABDEN başka Allah kimdir? Ve kurtuluşumuzun kayası RAB’den başka kimdir?" ayetlerine atıfta bulunan Eliot, kendisi başta olmak üzere kurtuluşa ulaşmak isteyenlere takip edilmesi gereken yolu (parantez içinde de olsa) göstermiş gibidir. Fakat hemen arkasından gelen “Sana bir avuç tozda korkuyu göstereceğim” ifadesi kaya sığınağının Rosenthal’ın ifadesiyle “başka bir "teröre" sahip” olduğuna işaret eder: “ruhumuzun içinde bulunduğu tehlikeyi ve ‘arınmak’ için gereken fedakarlıkları kabul etmemizin.”
"Bir Satranç Oyunu" başlıklı ikinci bölüm, toplumun hem zengin hem de fakir kesimde aşk ve cinselliğin metalaştırılmasını eleştirmektedir. Aşkın yalnızca kirletilmiş cinsellik olarak ifade edilmesi duyguların da çoraklaştığını ifade etmektedir. Bölümün başlangıç dizesi[9] ile Eliot'un Mısır kraliçesi Kleopatra'ya atıfta bulunması aşırı arzunun yıkıcı etkilerinin gösterilmesi bakımından önemlidir. Ünlü aşıklar Anthony ve Kleopatra, cinsel arzularını kontrol edemedikleri için imparatorluğun yıkılışına sebep olmuştur. Arzuyu kontrol etmedeki bu başarısızlık, modern uygarlığın hoşnutsuzluğunun ve dejenerasyonunun arkasındaki asıl sebeptir. Bu durum ikinci bölümün tamamında kendini gösterir:
Böyle saçım başım dağınık. Yarın ne yapacağız?
Ne yapacağız bundan sonra?" (...)
Ve satranç oynayacağız,
Kapaksız gözlerimizi sıkıp kapının çalınmasını bekleyerek.
Yukarıdaki dizelere sinmiş olan ne yapacağını bilememe, çaresizlik hali Çorak Ülke sakinlerinin psikolojik durumunu yansıtmaktadır. Bu sorunun çözümü sonraki dizede verilmiştir sanki: “Kendi küçük savaşımıza devam edeceğiz ve bekleyeceğiz. Sonsuza kadar süreceğini bilsek dahi bekleyeceğiz. Bekleyeceğiz ki bir kurtarıcı (İsa) kapımızı çalsın.” Fakat hemen bir sonraki dizede adeta konuşanın lafını keser gibi araya giren “ACELE EDİN LÜTFEN, KAPATIYORUZ” cümlesi beklemenin imkansızlığını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bu manevi yolculuğa devam edenlerin beklemek yerine yola devam etmeleri gerektiği vurgulanmıştır.
Eliot’un yolculuğunun üçüncü bölümü "Ateş Vaazı", bir önceki bölümde hissettirilen çaresizlik halinin devamı niteliğindedir. Bölüm, insanlara konfor sağlayan nesnelerin artık işlevsiz olduğunu ifade eden dizelerle başlar: “Nehrin tentesi kırılmış, son yaprağın parmakları/Tutunmaya çalışıyor ve düşüyor ıslak yığıntının içine.” Yeşaya 33: 20-21-22’ye gönderme yapan bu kısım İncil’de şöyle geçer: "Gözlerin Yeruşalim'i, bu rahat yurdu, kazıkları ebediyyen çıkarılmayan ve iplerinden hiçbiri kopmayan, sarsılmaz bir tente gibi görecek" Fakat Eliot’un aktardığına göre o tente artık kırılmış. Dolayısıyla ister Yeruşalim (Kudüs) olsun ister Londra olsun aynı güven hissine ulaşmak mümkün değil. Fakat tam da “soğuk bir üflemeyle iskelet tıkırtılarını ensemizde duyma”ya başladığımız esnada sahne tekrar değişir ve bir umut ışığı görünür: “(...) Ki orada,/Duvarlarında Magnus Martyr Mabedinin/ Müthiş ihtişamı duruyor İyonya beyazı ve altının” Bir anda görünüp kaybolan altın, İyonya beyazı imgeleri, cennetin anlık bir görüntüsüdür. Tüm bu curcunanın içerisindeki kurtuluş hatırlatmasıdır. Tüm döngülerin, girdapların orta noktasının hareketsiz kalmasına, tüm fırtınaların “kalbi”nin sakin olmasına benzer bu durum. Fakat bu görüntü yalnızca kısa bir süre için oradadır, bir dize sonrasında okuyucu kendini yeniden Çorak Ülke’de bulur
Nehir petrol
Ve katran terliyor
Sürükleniyor mavnalar
Değişen akıntıyla
Bölümün sonunda hem Buda’nın Ateş Vaazı’na[10] hem İncil’e (Matta 3: 11)[11] atıfta bulunulmuştur. Her ikisi de esas olarak insanın arınma isteğine vurgu yapmaktadır. Yanma eylemin ve kurtuluşun birlikte anılması, arınmanın acı verici olacağına işarettir:
Yanarken, yanarken, yanarken,
Ah Rabb'im sen kurtar beni
Ah Rabb'im sen kurtar
Yanarken
“Suda Ölüm” başlıklı dördüncü bölüm, tema itibariyle ölümün kaçınılmaz olduğunu vurgulamakla birlikte Eliot’un didaktik bir dil kullandığı tek bölümdür[12]. Yolculuğun sonuna yaklaştıkça ilerlemek de zorlaşmaktadır. Dolayısıyla Eliot’un ikazı oldukça önemlidir. Finikeli denizci Flebas’ın ölümünü anlatılırken kullanılan ifadelerden “Unuttu martı çığlıklarını, soluğanları” cümlesi hissettiklerini, ne için doğduğunu unuttuğunu; “ve unuttu kâr ile zararı” cümlesi finansal bilgileri yani hayatı boyunca en iyi bildiği gerçekleri[13] unuttuğuna işaret eder. Bir denizcinin suda boğulması gibi modern insanın ölümünün de çoraklaşmadan olacağı anlatılmaktadır. Flebas’ın başına gelen hadiseler fiziksel ölümün sonucudur. Birinci bölümde başlayan ruhun ölümü sonrasında insan ilişkilerinde belirmiş, dördüncü bölümde bedenin de ölmesiyle tamamlanmıştır.
Şiirin Sybll’lin anlatıldığı ilk kısmından dördüncü bölümüne adar ölüm olgusu alışık olunduğundan farklı bir şekilde işlenmiştir. Eliot’un Çorak Ülkesinde ölüm, korkulan bir şey değil, aksine arzu edilen ve gereken bir şey olarak karşımıza çıkar. Eliot’un ölüme yaklaşımı İncil’in yaklaşımıyla pek çok açıdan örtüşmektedir. İncil’de yer alan “Ölüm günahın ücretidir” ifadesi günahları bağışlanmamış ve Tanrı ile barışık olmayanların, ölümden haklı yerde korkması gerektiğini vurgular. İnsanın günah içinde yaşarken Tanrı’nın yargısından korkmaya gerek görmemesini akılsızlık olarak değerlendirir. Öte yandan “İsa’nın Rab olduğunu açıkça söyleyenler ve Tanrı’nın O’nu ölümden dirilttiğine yürekten iman edenler”[14] için ölüm sonsuz yaşamın ön koşuldur. Özellikle su ile ölüm, fiziksel ve ruhsal yeniden doğuşta merkezi bir ritüeldir. Ölüm başlangıcı olan bir sondur. “Suda Ölüm”e İncil’le paralel bir bakış açısıyla yaklaşıldığında Eliot’un şunu anlatmak istediği görülebilir: “Suda Ölüm’den korkmak yerine, belki de ondan öğrenmeliyiz”[15]
"Gök Gürültüsünün Söylediği" başlıklı beşinci ve son bölüm, önceki dört bölümde ele alınan meselelerden izler barındıran bir bölüm olsa da çorak olanın aslında herhangi bir toprak parçası değil, bizim sıkıştırılmış yaşantılarımız olduğunun vurgulanması bakımından diğer bölümlerden ayrışır. Bölüm Hz. İsa’nın çarmıhtaki son saatlerine atıf ile başlar. Tasvir edilen can çekişme hali yalnızca fiziksel bir acıyı değil, aynı zamanda ruhsal bir çırpınışı da ifade etmektedir: “Nihayet, öldü o yaşayan/Yaşayan bizler ölüyoruz/Sabırla biraz” Artık ölü olan sadece Mesih değil, aynı zamanda değerlerdir. “Yaşayan bizler ölüyoruz” ifadesi de geçmişi günümüze bağlayarak savaş sonrası Avrupalıların ölmekte olduğunu ifade eder. Eliot’un kendini de “yaşayan” Avrupalıların arasına katarak manevi ölümünün yavaşça gerçekleştiğini ifade etmesi önemlidir çünkü “Ruh” elementiyle ilişkilendirilen bu bölümün ilerleyen kısımlarında ölen ruhun yeniden dirilişi aktarılmaktadır. Yalnız bu ruh Avrupa ruhu değildir. Bunu çökmekte olan Londra’ya, Atina’ya bakarak anlayabiliriz. Yeniden dirilecek olan Eliot’un İsa’ya olan inancıdır[16].
Döne döne tırmanan yol dağlar arasından
Dağlar arasından kayalık susuz
Su olsaydı durup içmeliyiz
Durup düşünmez kimse kayalar arasında
Ter kurumuş ayaklar kuma gömülü
Su olsaydı azıcık kumlar arasında
Çürük dişli ağzı ölü dağın tüküremez
İnsan duramaz, oturamaz, yatamaz burada
Yukarıdaki dizelerde çoraklıktan kurtulmanın su ile mümkün olacağı vurgulanmaktadır. “Çorak Ülke’deki biri eğer "su" bulursa ne olursa olsun ona sıkı sıkı sarılmalıdır çünkü kurtulmak isteyen insan böyle yapar ve herkes Çorak Ülke’den kurtulmak ister”[17] Fakat hemen arkasından gelen dizelerde adeta Çorak Ülke’de durmanın, dinlenmenin, düşünmenin imkânsız olduğu dile getirilmiştir. Düşünmek imkânsız olmasaydı Çorak Ülke sakinlerinin suyu bulacakları imalı bir şekilde aktarılmıştır. Suya yapılan bu vurgu İncil’deki “yaşayan su” meselesiyle bağlantılıdır:
“İsa, yolculuktan yorulmuş olduğu için kuyunun yanına oturmuştu. Saat on iki sularıydı. Samiriyeli bir kadın su çekmeye geldi. İsa ona, “Bana su ver, içeyim” dedi. İsa’nın öğrencileri yiyecek satın almak için kente gitmişlerdi. Samiriyeli kadın, “Sen Yahudi’sin, bense Samiriyeli bir kadınım” dedi, “Nasıl olur da benden su istersin?” Çünkü Yahudiler’in Samiriyeliler’le ilişkileri yoktur. İsa kadına şu yanıtı verdi: “Eğer sen Tanrı’nın armağanını ve sana, ‘Bana su ver, içeyim’ diyenin kim olduğunu bilseydin, sen O’ndan dilerdin, O da sana yaşam suyunu verirdi.”
Kadın, “Efendim” dedi, “Su çekecek bir şeyin yok, kuyu da derin, yaşam suyunu nereden bulacaksın? Sen, bu kuyuyu bize vermiş, kendisi, oğulları ve davarları ondan içmiş olan atamız Yakup’tan daha mı büyüksün?”
İsa şöyle yanıt verdi: “Bu sudan her içen yine susayacak. Oysa benim vereceğim sudan içen sonsuza dek susamaz. Benim vereceğim su, içende sonsuz yaşam için fışkıran bir pınar olacak.”
(...)
Daha sonra İsa'nın öğrencileri geldi. O’na, “Rabbî, yemek ye!” diye rica ediyorlardı. Ama İsa, “Benim, sizin bilmediğiniz bir yiyeceğim var” dedi. Öğrenciler birbirlerine, “Acaba biri O’na yiyecek mi getirdi?” diye sordular.
İsa, “Benim yemeğim, beni gönderenin isteğini yerine getirmek ve O’nun işini tamamlamaktır” dedi. “Sizler, ‘Ekinleri biçmeye daha dört ay var’ demiyor musunuz? İşte, size söylüyorum, başınızı kaldırıp tarlalara bakın. Ekinler sararmış, biçilmeye hazır! Eken ve biçen birlikte sevinsinler diye, biçen kişi şimdiden ücretini alır ve sonsuz yaşam için ürün toplar.”[18]
Eliot’a göre Çorak Ülke’deki bu susuzluğun sebebi Aydınlanma Çağı ile başlayan değişim hareketlerinin zedelediği dini ve ahlaki değerlerin yaşanan dünya savaşından sonra iyice yozlaşmış olmasıdır. Bu noktada savaşın rolü özellikle önemlidir çünkü 1. Dünya Savaşı, Eliot’un kendini yansıtması ve kendilik tanımına konsantre olması için bir araç olarak gerekli olduğu gibi parçalanmışlığı, kargaşayı, çoraklaşmayı tecrübe etmesi ve "yeniden doğuş" inancını geliştirmesi yolunda da önemli bir ön adımdır. Tıpkı Sybill'de olduğu gibi. Tıpkı İsa'sa olduğu gibi. Ortak noktaları ölmeden önce acı çekmeleri ve ölümü kurtuluş olarak görmeleridir. Eliot'un Budizm'e atıfta bulunması bu nedenle önemlidir, çünkü acı çekenleri yaşamın kargaşasından ve üzüntüsünden kurtaran ve onları bireyin tüm arzularından arındığı Nirvana durumuna yükselten şey inançtır. Aynı şekilde Aziz Augustine’in [19] “İtiraflar” adlı eserinden yapılan alıntılar da buna işaret eder. Örneğin dönüşümünden sonra Augustine şöyle itiraf eder: “ama seni terk ettim, Tanrım. Gençliğimde, destekleyici elinizden çok uzaklaştım ve kendimden çorak bir atık yarattım”[20] Tanrı olmadan yaşam kısır ve amaçsızdır; hiçbir yönü olmayan ve kendini keşfetme ve canlanma umudu olmayan uzun bir yolculuktur.
Manevi Hac için yola çıkmış kişilerin karşılaştığı pek çok zorluk vardır elbette. Kiliseleri dolduran rüzgarlar fırtınalar estirecektir hacı adaylarının üstüne, su en tehlikeli haline bürünüp Phlebas'ın yanına göndermeye çalışacaktır. Hatta mevsimler dahi bu yolculuğu durdurmak için sözleşmiş gibidir. Gerektiğinde Nisan bile zalimleşebilir. Fakat tüm bu güçlükler günahlardan arınmak için gereklidir. Kişisel bir endüljans[21] pratiğidir. Ölüm, yaşam içgüdüsüne karşı bir itici güç olarak, kişiyi vaftizden sonra sahip olduğu bütünlük ve saflık durumuna geri dönmeye iter.
SONUÇ
Ahlaki değerlerin kaybıyla çoraklaşan modern çağda, insanlar psikolojik dengesizlik ve bir çöküş hali içinde bulunmaktadırlar. Ruhun ölümü gerçekleşmiştir. Bu durumun asıl sebebi, insanların içlerindeki manevi boşluğu dolduracağını düşündükleri arzuya teslimiyetlerinden kaynaklanmaktadır. Arzu ise zehirlidir. Zehirli olmayan tek arzu şiirin dizeleri arasına ustalıkla işlenmiş olan kurtuluş arzusudur. “Defin İşleri”nden “Gök Gürültüsünün Söylediği”ne kadar olan hareket, manevi bir yolculuğun modelini takip eder. Şiiri manevi aydınlanma ve psikolojik birlik arayışı olarak görerek umudun ışığında kutuluşa doğru olan adım adım ilerlemeyi fark etmek mümkündür. Çorak Ülke’nin manevi çöl tasviri, yeni bir yaşam olasılığını kucaklayarak sona erer. Bu yolculuk sonunda ulaşılan sonuç dinin, cinsel ve finansal arzularda teselli arayan bireyin acılarını hafifletebilecek ve bölünmüş benliğini uyumlu bir bütün haline getirebilecek yegâne güç olduğudur. Modern çağ insanının kurtuluşa ulaşmasını ve içsel barış elde etmesini sağlar. Eliot, dinin vadettiği “affedilme”, “yeniden diriliş” gibi olgularda çoraklaşmaya karşı koruyucu bir kalkan bulur.
KAYNAKÇA
· Eliot, T. S. Çorak Ülke, Klaros Yayınları, Çev. Osman Tuğlu
· İncil, Kitabı Mukaddes Yayınları, Çev. Karen Armstrong
· Heywood, Andrew, Siyasi İdeolojiler, Adres Yayınları, 2014, Çev: Ahmet K. Bayram, Özgür Tüfekçi, s.56-91
· Gül, Ülker Gül, The Transfer of Religious Themes And Allusions In The Turkish Retranslations Of The Waste Land, 2017, Boğaziçi University, s. 88- 174
· O'Gorman, Francis. Modernism: T.S. Eliot, and the Age of Worry, 2010, Textual Practice Sharma, s.26.6
· Bloom, Harold, T. S. Eliot: Comprehensive Research and Study Guide, Broomall, PA: Chelsea House, 1999
· Kirk, Russell, Eliot and His Age: T. S. Eliot’s Moral Imagination in the Twentieth Century, 2008 Wilmington: Delaware
· MacDiarmid, Laurie J, T.S. Eliot’s Civilized Savage: Religious Eroticism and Poetics, 2013, New York: Routledge
· Yıldırım, Adem, Waste Land’ın Bunalımı ya da Bunalımdaki Waste Land, Ankara Üniversitesi, DTCF, Felsefe Bölümü, Özne Dergisi, Bahar 2012 Heidegger Özel Sayısı s.88-101
[1] Atomist Toplum: Toplumun diğer bireylere çok az şey borçlu olan veya hiçbir şey borçlu olmayan, kendi kendisine yeterli bireylerden oluştuğu inancı. [2] M. Zeki Çıraklı, T.S. Eliot'ın Sanat Anlayışı, Muhafazakâr Düşünce Dergisi, S:33-34, 2012 [3] Monadlaşma: Genellikle sanatçılarda görülen içine kapanma ve pek çok şeyi kapsama arzusu [4] Üniteryenizm: Hristiyanlıktaki teslis inanışının aksine tanrının birliğini savunan Hristiyan teolojisi hareketidir. [5] Ateş İradeyi, Hava Zekayı, Su Duyguları, Toprak madde alemini, ruh cosmos içerisindeki "manevi dünyayı" sembolize eder [6] Gerçeği temsil eden imgelerin sembollerin gerçeğin yerini alması, gerçek ve kurgu arasındaki çizginin yok edilmesidir (J. Baudrillard) [7] Bkz. “Bir Satranç Oyunu” [8] Tarot kartları [9] Kadının oturduğu koltuk ışıltılı bir taht gibi… (The Waste Land 2.1) [10] Buda insanî duygu ve arzuları bir ateşe benzetmiş, Nirvana’yı da bu ateşin sönmesi şeklinde açıklamıştır. Ateş Vaazı da bunu temel alan bir arınma ritüelidir. [11] Ayet şu şekildedir: "Gerçi tövbe için su ile ben sizi vaftiz ediyorum; fakat benden sonra gelen, benden daha kudretlidir; onun çarıklarını taşımağa ben lâyık değilim; o sizi Ruhülkudüs ile ve ateş ile vaftiz edecektir" [12] “Sen, ey eli dümende gözü rüzgarda olan, Flebas'ı düşün, o da senin gibi boylu poslu idi” [13] Fenikeliler deniz ticaretiyle ünlülerdir. [14] Romalılar 10:9 [15] "Rather than fear death by water, perhaps, learn from" Farhana Haque.; Saudi J. Humanities Soc. Sci.; Vol-1 [16] Ünitaryanların İsa’yı Rab kabul etmemeleri onları Katoliklerden ayırır. [17] Leila Bellour, Arab World English Journal (AWEJ) Volume.7 Number.4 December, 2016 [18] Yuhanna 4: 6-34 [19] Antik dönemin en önemli teologlarından biri kabul edilir. (ms. 354-430) Roma İmparatorluğu topraklarında Hristiyan bir anne ve pagan bir babadan dünyaya gelir. Otuz iki yaşına kadar kendi aktarımıyla "haz peşinde koşarak ve diğer başka şeylere önem vermeden günlerini geçirerek" yaşar. Milan’ın psikoposu Aziz Ambrose ile tanıştıktan sonra Hristiyan olduğunu ifade eden Augustine, o zamandan itibaren geçmiş yılları için tövbe etmeye başlar. Her türlü fiziki haz ve doyumu reddeden bir yasam biçimini benimser. Yazdığı öz yaşam öyküsü ise (İtiraflar) Batı coğrafyasında günümüz standartlarına yakın yazılmış ilk otobiyografi kabul edilir. [20] ”( Coote, 1985, s.43'te qtd). [21] Endüljans: Hıristiyanlık’ta sadece Katolik kilisesine has bir terim olarak Tanrı tarafından affedilen günahların dünyevî cezalarının kilise tarafından kısmen veya tamamen bağışlanmasını ifade etmektedir.
Comments