
Kediler ve Fareler
8/10/2025
Ladies and gentlemen, this is your captain speaking! (Hanımlar beyler, kaptanınız konuşuyor.) Bir türbülansa girdik, lütfen koltuklarınızı dik konuma getirip emniyet kemerlerinizi…
İrkildim. Gözümdeki uyku kırıntısı da böylece kaybolup gitti. Uçuşun yedinci saati, önümdeki ekranda adını hatırlamadığım bir film oynuyor. Aniden parlayan ışıklar gözüme saplandı sanki. Uyku mahmuru birbirimize bakmaya devam mı edeceğiz yoksa şu kemerlerimizi bir an önce bağlasak mı?
Yorgun ve sabırsızdım. Uçmak, koku ve işitme başta olmak üzere bazı duyuları zayıflatır. Buna parelel olarak duyguları güçlendirir. Gidiş uçuşunda korku, endişe, özgüvensizlik, pişmanlık ile birlikte, bunların gölgesinde kalan heyecan, keşif tutkusu ve neşe. En azından bu uçuşta. En azından benim için. Neyse ki uzun sürmedi, ayaklarım yere bastığında kendime geldim.
Yeni bir ülkenin kapısından girerken kendimi şövalye gibi hissediyorum. Ortaokulda tarih dersinde hala tüm asaletiyle gözümde canlanan Zeynep hocam, Haçlı seferlerinin başlama sebelerini anlatırken “tabi şövalyelerin macera tutkusunu göz ardı edemeyiz” demişti. Sonra o kadar kişi içinde nedense bana dönüp “sen şövalye olsan, gitmez miydin?” Giderdim tabi. Gidiyorum. Keşfetmeye hazırım.
Beni havalimanından aldılar. Kalacağım odayı gördüğümde, beynimde her şeyi olumlu görmekten sorumlu sinir hücrem bağırarak kendini pencereden attı. Neyse ki odanın ışığı bu protestoyu üstüne alındı ve titreyerek sönüverdi. Bunu bahane ederek olanca sevimliliğimle başka alternatifimiz olup olmadığını sordum. Fahiş bir fiyat ödeyerek küçük bir upgrade (yükseltme) alabilirdim, ki tahmin edeceğiniz üzere bunu hiç istemiyordum.
(Altyazı geçeyim: Endonezya’nın Sumatra adasındaki Pekanbaru şehrinde beyin cerrahisi stajına geldim. Üniversite, değişim öğrencilerine staj boyunca konaklama ve yemek desteği sağlıyor.)
Alternatif gösterdikleri odanın da ışıkları yanmıyordu ama iki karış da olsa bir penceresi vardı. Yataktaki tozla kaplanmış süs yastıklarını kaldırıp kendi çarşafımı serince yaşam alanım oldu. Uyumuşum.
Annem yorgunken “ruhumu teslim ederek uyuduğumu” söylüyor. O yüzden kapımın ne kadar süredir tıklanmakta olduğumu bilemiyorum. Ufak tefek bir teyze. İnsanın yüzünde oluşan “nihayet!” ifadesinin evrensel olduğunu biliyor muydunuz? Ben de yeni öğrendim… Konuyu dağıtmak için birkaç şey sordum, daha da sinirlendi. “No English no, no.” Elinde bir ampul tutuyor, kapının yanındaki duvara dayalı merdiveni işaret ediyordu. Merdiveni getirdim, üstüne zıplayıverdi. Bende selvi gibi boylu poslu bir kız değilim ama göz var izan var teyze. En üst basamakta bile tavandaki ampule yaklaşamamıştı. Ampulu değiştirdim, ışıklar yandı ve teyze yok oldu. Bir kez daha ruhumu uykuya teslim etmeye hazırdım.
…
Hakkım var, İstanbul’dan uçağa sabah bindim, Endonezya’ya varıp uçaktan indiğimde yine sabahtı. Sirkadyen ritimime böyle şoklar yaşattıkça “sıkıcı” olarak damgaladığım rutin uyku saatleri gözümde değerleniyor. O düzene tekrar kavuşmanın zaman alacağını biliyorum. Evimden uzakta, rutinlerin dışındayım.
Akşam vakti susuzluktan ve/ya sıcaktan boğulur gibi uyandım. Uzun süre nefesimi tutmuş yahut son bir nefes alma hakkım kalmış gibi. Kaldığım yurda gelirken bir sokak ötede ufak bir marketin önünden geçtiğimi hatırlıyorum. Gerçi, suyu koklayarak bulacak haldeydim. Cebimde param var ve temiz (olduğunu tahmin ettiğim) bir şişe suya ulaşabiliyorum. Dünya’nın çeyreğinden daha şanslı olduğumu o an idrak edemedim.
Giyinip çıktım. Yurdun önündeki otomatik ışık, kapı eşiğinde beni görünce parladı. Benimse ilk gördüğüm şey, ortalık aydınlanınca çil yavrusu gibi dağılan devasa fareler oldu. Sıçanlar! Kendimi içeri atıp kapıyı sıkıca kapattım. Camlar titreşti.
Cesaretimi toplayınca kapıyı araladım. Bu hareket ışığı yakmaya yetmemişti. Geri dönüp biraz daha uyusam… Rastgele birkaç kapıyı çalıp su istesem… Çeşmeden içsem… İlginçtir ama fikirlerim saçmalaştıkça kendime geldim. Korkunun ecele faydası yok. Eşiğe çıktım, ışık yandı. Ortalıkta fare görmeyince farkında olmadan tuttuğum nefesi bıraktım. Ayaklarımın dibinde ışıktan kendini sakınan, sağa sola koşuşturan hamam böcekleri gözüme neredeyse sevimli gelecekti. (Her biri, şimdiye kadar Türkiye’de gördüğüm en büyük böcekten birkaç tane yemiş gibi tombuldu.)
İnanmazsınız ama marketi (ki bakkal demeliyim) buldum ve tek kelime İngilizce bilmeyen kasiyerle tatlı tatlı anlaşıp “taa Türkiye’den buralara geldim” indirimiyle tüm ihtiyaçlarımı aldım.
Neredeyse koşarak yurda döndüm. Bolca su içip tekrar uyudum. Rüyamda semirmiş beyaz bir sıçanın önünde hürmetle eğilip ona yol veren bir kedi gördüm.